4 Aralık 2010 Cumartesi

SUNSHINE (2007)

KAYNAĞIN YANSIZ DEHŞETİ KARŞISINDA...
Salt kuru gerçeklikten hoşlanan bazı avanaks dışında herkes bilim kurguyu sever. Ben de çok severim. Her zaman en uzağa götüren öyküler olmuşlardır. Fiziksel olarakta uzaktırlar ışık yılları konuşur. İmgeler uzaktır, insan olmayan yaratıklar ve çok alengirli konular gündemdedir. Lakin çok sık gelmiyor sinemalara bu filmler, gelemiyor iyisini yapmak gerçekten zor; çünkü bu geniş malzeme suistimal edilmeye çok açık. B seiral filmler bokunu çıkarmakta uzmandırlar mesala. Amerikan sineması da aptalca bir aile geyiği filan sokar içene ya da aşk... sıçar batırır kısaca. Ara denge yakalamak zor sanırım bilim kurguda. Sonsuz bir anlatım özgürlüğü var elde, çok harika ama çokta tehlikeli. Bazı saymak istediğim esaslı örnekler tabii ki var ama sadece Sunshine'dan bahsetmek istiyorum bu kısa yazıda; çünkü Danny Boyle'un, 28 Days Later'ı da yazan Alex Garland'ın senaryosundan çektiği filmini harika buldum. Uzun zamandır beklediğim bir hediye olmuştu. O inandırması çok zor konuyu, tıkır tıkır işleyen, aynı zamanda duygusal yoğunluğu yüksek bir yapıya sığdırabilmişti. Ayrıntılar da bu örgüyü destekliyordu. Güneşe giden bir gemi düşünsenize? Ne zor bir engel başlıbaşına; ama nefis bir yapım tasarımı ile bu işin altından çok iyi kalkılmıştı. Üstelik filmin sonlarında ortaya çıkan, önceki geminin kaptanı, sapkınca evrimleşmiş, yarı madde yarı enerji mahlukatta, sinema tarihinin en özgün canavarlarından biri olmuş bence. Danny Boyle bilim kurguya devam et lütfen!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder