26 Ekim 2010 Salı

DEMİR KARAHAN

Rahmetli Bilge Olgaç'ın o gencecik yaşımda (çocuktum) bile beni derinden etkileyen, Türk sinemasının belleğime yerleşmiş en güçlü imgelerinden biri olan muhteşem filmi LİNÇ'te meğerse Demir Karahan oynuyormuş. İnanılmaz şaşırdım. Tamamen silinmiş bu kayıt bende. Demir abi ne yaptın sen? Ne işin var senin kurtlarla murtlarla? Ama sen de haklısın. Ne de olsa Bilge Olgaç pervane gibi yanıp gitti değil mi? Yine de artık başkasın gözümde ve aklımda seni kuyruklu kulaklı işlerden uzak tutacağım.

25 Ekim 2010 Pazartesi

KOMEDİ

Gülmekten yerlere yatmak zorunda kaldığımız filmler vardır. Güldüğümüz değil, zorunda kaldığımız. Bunlar Oilimpos tanrıları. Pembe Panter. Pembe Panter'e herkes güler. O diyalogları duyan körler bile güler. Yükseklik Korkusu. Zavallı hastanın takma vampir dişleri ile korkutulduğu o çılgın, arsız derecede komik sahne. Biz Melek Değiliz. Hepsi popüler kültler. Bunlardan değil artık komedi pek yapılamamasından bahsetmek istiyorum. Artık komedi filmi çekilemiyor. Amerika'nın dünya piyasasına attırdığı derinliksiz osuruklar var; hatta abiler her türlü de güya alternatifte olabilirlermiş ayaklarındalar, ama bu sadece bir satış politikası. Pineapple Express ve Seth Rogen gibi. Çömezler de var Get Him to the Greek'teki şişko, Hatta Jay Baruchel'de bunlardan sayılır. (Gerçi o Milyon Dolar Baby'de oynayarak bu lavuklardan iyi bir giriş yaptı) Kısaca Kevin Smith büyük, Judd Apatow bunların küçük dayısı, Farely kardeşler de kuzenleri  filan ama maalesef olmuyor. Çokta haklarını yemeyeyim , Pineapple Experes'te gülmüştüm. Dolayısıyla iddia ediyorum ki komedi filminde kalite olabilir ama fazla sanat olmaz. Zaten olamaz çünkü; sanat her zaman sofistik yapısı ve yanlızlığı yüzünden biraz hüzün getirir bu nedenle sadece ucuz filmlerden bahsedebiliriz. Louis de Funes gibi, saf komiklerden, Yavru ile Katip'ten. Den Brysomme Mannen'den bahsedemeyiz. Noi Albinoi'den de. 101 Reykjavik'te çok komikti; ama bir yandan hüzünlüler. Kung-Fu Hustle gibi saf örnekler lazım. Pembe Panterler'den beri çılgınca bir iştahla gülmedim daha. Şimdilerde komedi filmleri hep tasarımmış gibi geliyor bana, ya da iyisine denk gelmedim bir türlü. Pan lanetledi beni!



23 Ekim 2010 Cumartesi

THE ROAD

Geçen yılkı Oscar jürisinin ve daimi Oscar jürilerinin dallamalığını gösteren kanıt filmdir bence. Oscar için yarışacak filmlerin arasına bile almadılar The Road'u. Oysa ki bırakın dünyanın sonunu anlatan, son derece yalın, çarpıcı bir film olmasını, bırakın o devrilen ağaçların yarattığı dehşeti; filmin bende asıl dehşet yaratan tarafı, insanların içindeki insanlığın ölmüş / ölüyor olmasıydı. Elbette dünyanın sonu başlı başına etkili bir imge olduğu için çok tüketilmiş bir trüktür; ama hep insanlık paçayı kurtarır bir yol bulur o tip filmlerde. Hep öyle olmuştur. Fakat The Road'ta durum çok vahimdi, en etkili distopik filmlerden biriydi seyrettiğim. Direk insanın ve insanlığın ölüşünü konu almıştı. yaşayan belki de tek şey varrdı: Çocuk! Babasının hırpaladığı o sefil durumdaki zenci için hala göz yaşı dökebilen o çocuk; ama maalesef o da ölüyordu. Hatta (onca olandan sonra) filmin sonunu umut verici bağlamak için cılız bir çaba vardı. Ne yalan söyliyeyim bu beni daha çok hüzünlendirdi.


Not: Viggo Mortensen'de Yüzüklerin Efendisi'ndeki o gizemli, dam budalası, Jüneyt yorumundan sonra tam ümidi kesmişken, Şark Vaadleri'nde gözümde o aptal elbiseyi sıyırıp attı ve harika bir oyuncuya dönüştü. Good'u atlattıktan sonra, The Road'la da devam ediyor.

22 Ekim 2010 Cuma

ŞATO DÖ KÖPEKÖLDÜREN

Çakal ekibi olarak, Ramada otelin alt katındaki kazık restorandayız. Ben zaten tesadüfen katıldım o elit grubun arasına. Asansörde rastlaştığım ve senarist olduğum için hadi o da gelsin dediler ayıp olmasın diye gibiydi nerdeyse. Senaristler biraz kompleksli olur. Her neyse sonuç olarak restorana kapağı atmayı başardım. Masada kimler yoktu ki, Erkan Can, İsmail Hacıoğlu, Vildan Atasever, Sertaç Ortaç, Ben! Erhan Kozan, hatta yapımcımız ve cin fikirli editörümüz bile bir ara uğradı. Yani Hollywood'un kıskanacağı bir masa sizin anlayacağınız. Herkes Valenesiya mı Kobe bifteği mi pek anlayamadığım öyle bir şeyler sipariş etti, Ben çok asil (!) olduğum için tabiii hiçbir şey söylemedim, bir Batman edasıyla sadece beyaz şarap ısmarladım. Derken şef geldi ve o da bir beyaz şarap ikram etti. İşin içinde kibar bir teklif vardı; olağanüstü nadir bir şarap içer miyiz diye öneriyordu şef masaya, abinin önerdiği şarabın şişesi 2600 dolardı. Gerçek bu. 47. Antalya Altın Portakal Film Festivalindeyiz ve herifler bize 2600 dolarlık şarap geçirmeye çalışıyordu. Yersen yani. . Bizi ne sanıyorlarsa? Bu arada Erkan Can Hasan Sabbah'tan filan bahsediyor, İyice kafam karıştı. Şef şu 2600 dolarlık şaraptan bir kuple hediye getirdi bir kadehte. İlk önce İsmail'e verdi tadına baksın diye İsmail içti, kendisi bir taraftan da "Akın" olduğu için, ne yazar. Umursamadan yanındakine uzattı kadehi, herkes aynı kadehten sırayla içti şu müthiş şaraptan ve hiçbir şey anlamadı; elbette ben de anlamadım; çünkü biz ÇAKAL ekibiydik şaraptan filan anlamayız. Bizim için en iyi şarap Şato dö Köpeköldüren'de olabilir.

RESIDENT EVIL: AFTER LIFE

Bu kez yoğun bir Zack Synder etkisi gözlemleyebileceğiniz halde, Matrix'ten, Blade 2'ye hatta Silent Hill'e kadar bir çok kaynaktan imge araklayıp, sonuçta kendi kulvarında bayağı etkili, kolaj bir film yaratmayı başarmış Anderson abi. Gerçi kaliteli seyirci için bu arabesk-sci-fi harala gürele çöpten fazla anlam taşımaz; ama ben her türden filmi seyredebilecek, tedavisi olmayan hastalardan olduğum için, filmin imge yaratmadaki gücünü es geçemedim. Eğer izlerseniz ve eğer imge avlamaktan hoşlanıyorsanız şöyle bir göz atmakta sakınca yok. Geyikçi arkadaşlarınızla bir haftasonu, birkaç bira eşliğinde seyredilir icabında. Neden olmasın?

21 Ekim 2010 Perşembe

SE7EN

Eski filmleri ya da seyrettiğim filmleri dönüp tekrar seyretmeyi sevmem. Daha doğrusu eskiden bunu hep yapardım ama belli bir zaman sonra vazgeçtim. Şöyle dedim kendime: öleceksin olhm, niye seyrettiğin bir filmi bir daha seyredeceksin ki? Haklıydım da; yine de bazı filmleri seyretmeden edemiyorum. Örneğin dün gece Se7en'ı seyrettim. Çokta hayranı değilimdir. İyi ki seyretmişim. Filmin o total gücünü sağlayan özenli etkinin kaynağını keşfettim. Karakterlerler çok iyi anlaıtılmıştı. Yoğun, derin, dramanın ışıksız sularında yüzen bir tarz. Katil çokta önemli değildi aslında, o gösterişli bir imgeydi sadece. Üstelik o sürekli yağmur yağan isimsiz zamansız şehir de öyle. Öyle bir şehir yoktu; sanki o kasvetli şehir, umutsuz, çıkışsız kahramanların iç dünyalarıydı. Ama Somerset; tüm naifliğine rağmen bir dallama olan Mills bile çok gerçek insanlardı. En korkunç şey Mills'in başına geldi zaten. Niteliksiz, suçsuz zavallı dallamanın. Safkan bir Amerikalı olduğu da inkar edilemez.


Dolayısıyla iz bırakan filmleri tekrar izlemek iyi; ama sanırım biraz nadir bir ekonomi ile yapmak lazım bu işi. Örneğin çok yoğun, gerçekten derin etkiler bırakan filmleri bir kere seyretmek çoğunlukla kişiye yeter.

20 Ekim 2010 Çarşamba

KISKANÇLIK ya da KYODONTAS

Geçen gün Yunanlı genç bir sinemacının ilk filmi olan Kyodontas'ı (Köpek Dişi) seyrettim. Yabancılaşma, toplumsal insanın cinneti ve insan etiğinin anlamsızlığına dair esaslı bir filmdi. Ne yalan söyleyeyim kıskandım Giorgos Lanthimos'u. Sadece zımba gibi filmini ve pırıl pırıl aklını değil; çalıştığı insanları ve filminin ulaştığı/ulaşabildiği mecrayı kıskandım. Bizde Kutsal Damacana filan türünden, çift katlı süper emici film ruloları iş yaparken, Yunanistan'da seyirci Kyodontas gibi bir filme hazır. Gel de kıskanma.

19 Ekim 2010 Salı

ÇAKMA SAMURAY'IN YALNIZLIĞI

İşte başlık Çakal'ın kendince durumunu açıklıyor. Entel emsalleri ile baş edemedi. Çünkü Akın çıtkırıldım bir muhallebi çocuğu değildir. Böylelikle gaz rengi takım elbisesi ile sanat camiaasından kapı dışarı edildi Çakal. Gerçi biraz otelde kaldı ve beleş şampanya filan dikti kafaya ama sonuç olarak şutlandı . Yakışır Akın'ıma be. O nerelerden kovulmadı ki zaten? Okuldan da kovmuşlar Çakal'ı. Hep kendi suçu. Senin Antalya altın film portakalı fesvivalinde işin ne? Zaten daha festivalin ismini bile telaffuz edemiyorsun!


ÇAKAL!
O bir Efsane!
YILIN EN ACIMASIZ FİLMİ!